20 Şub 2010

David Moyes' Babes


Evet, United yorgundu ama Everton'da bu maça müthiş hazırlanmış. Set hücumlarını büyük bir kararlılıkla uyguladılar. Sahanın her yerinde müthiş bir efor sarfettiler. Üstelik Pienaar, Arteta ve Saha geçen haftalarda ki performanslarını gösteremediler. İlk yarıda Valencia'nın klasikleşen ortasında Berbatov'la golü bulan Man.Utd, üstüne yatarım diye düşündü ama Bilyaletdinov'un dıştan aldırdığı falsoyla yolladığı füze gol olunca ilk yarıda 1-1 bitti. Bu arada final paslarını doğru atabilseler, şutlarda gecikmeseler Everton ilk yarıda başka goller de bulabilirdi. İkinci yarıda gitgide düşen bir Manchester vardı, Ferguson bence British 3'lüyü orta sahada değiştirip daha maça çıkmadan rotasyon yapmalı düşüncem doğru çıktı. Everton giderek etkili olmaya başlarken, Leighton Baines'da milli formaya göz kırpan performans göstermeye devam etti. Hücumlarını Donovan, Baines ve Dinijar Bilyaletdinov'un sol kanada oyunu yığmasıyla golü arıyorlardı. İçimden 75'e kadar gol bulmaları lazım yoksa Rooney tv başındaki bizleri ve Goodison Park'ta izleyenlerin içine oturacak bir gol atarak maçı bitirir diye geçirirken dakikalar 75'i gösterirken Baines ceza sahası sol çaprazda Donovan'ı buldu, Donovan ara pasıyla Pienaar'ı, Pienaar son çizgiden ortaladı Dan Gosling altıpasın önünde köşeyi buldu. Bu dakikadan bir kaç dakika önce net 2 pozisyonu kaçıran kırmızılar için maçta resmen olmasa da psikolojik olarak bitti. Golden sonra stratejik hata yapan Fergie, o dakikaya kadar kanattan etkili olan Valencia'yı çıkarıp cepheden Scholes'la etkili olmak adına Valencia-Scholes değişikliğini yaptı. Ancak Everton cepheden gelen hücumlara karşı daha iyi savunma yapan bir takım. Moyes'de Rodwell'i oyuna alarak orta alanı kalabalıklaştırdı. Yorgun United orta sahası bu dakikalarda maçı bırakınca etkili bir dripling yapan 18 yaşındaki Everton'lı Jack Rodwell, bitirişi de çok iyi yapınca, formayı çıkarıp daldı Goodison Park tribünlerine. Benim için en güzel gol sevinci de budur zaten. Everton maçı 3-1 kazanırken Fergie'nin yüzünde bir üzüntü yoktu çünkü hatasını 46. dakikadan itibaren daha net anlamıştı. Böylece David Moyes'in 20 yaşındaki Gosling değişikliği 2., 18 yaşındaki Rodwell değişikliği de 3. golü attı. Moyes'in bebekleri bugün çok iyi iş çıkardı.

19 Şub 2010

Atletico Madrid 1 - 1 Galatasaray

Maç öncesinde yazılan çizilen ve ağırlıkta olan şey, Galatasaray'ın forvetsiz sahaya çıkacak olması ve özellikle defansındaki zaafiyetlerdi. Bununla beraber Atletico Madrid'in yükselen formu ve namağlup bir Barcelona'yı mağlup etmeleriydi göze çarpanlar. Maça gelirsek; Barcelona'yı yenmiş, özgüveni yerinde ve rahat bir Atletico Madrid vardı oyunun ilk başlarında. Bu rahatlık sonucu bol bol hata yapan Madrid ileri ucu Agüero ve Forlan'ı görünce biraz olsun rahatlamıştım.

Derken Caner'in mevkisel bir hatası sonucu kazanılan frikik ve sonrasında Reyes'in çaprazdan Galatasaray ağlarına gönderdiği o gol. Reyes'in topu Leo Franco için zor bir yere göndermesinin dışında, Leo'nun da golde hatası yok demek yanlış olur açıkçası. Uzak köşede durması gerekirken, baraja paralel pozisyon alması sonucu golü kalemizde görmüş olduk.

Caner'in hatası sonrası onun yerine oyuna giren Giovani Dos Santos, tıpkı Lille - Fenerbahçe maçında sahada gezinen Baroni'yi andırıyordu benim için. Mevkilerini bir kenara bırakırsak, takıma katkı anlamında hemen hemen aynı şeyler vardı sahada. Ne hücumda etkili olabildi, ne de takımın savunma yaptığı dakikalarda bir faydası oldu Dos Santos'un bu maçta.

Devreye 1-0 geride giren Galatasaray, ikinci yarıda da öyle aman aman toparlanma sinyalleri vermiş değildi. Keza Atletico Madrid'de de uçak modu açıktı o dakikalarda. Ne şebeke var, ne sinyal... Gerçek mevkiisi forvet olan bir oyuncunun sahada olmaması, bir takım için ne derece önemli sorunlar arz ediyorsa bugün Galatasaray bunu yaşadı aslında. Arda ve Keita, her ikisi de alışık oldukları kanatlara kaydıkları için ileri uç boş kalıyordu ikinci yarıda da. Defans dörtlüsüne baktığımızda ise Lucas Neill hemen hemen hatasız bir maç çıkarırken, Servet ilginç hareketlerini unutmamış olacak ki üzerinde pek bir baskı olmamasına rağmen pek bir heyecanlı geldi gözüme. Uğur'u uzun zaman sonra bu kadar iyi gördüm. Hakan da yalnız kalsa da bir bölüm, kötü bir maç çıkarmadı.

Ne yalan söyleyeyim, Keita'nın ayağına şu meşin yuvarlak çok yakışıyor. Bazen topu ezse de, bekler için o bitirici özelliği olan hızı ve ayağından açıp topu kovalamasının ardından attığı çalımlar paha biçilemez. 77'de Hakan Balta'nın ortasına boşta kalan Keita dar açıdan topu ağlara göndererek Galatasaray için avantajlı skoru tayin etmiş oldu 1-1.

Rövanş için düşündüğüm bir iki şey var, onları da eklemek isterim. Birincisi Atletico Madrid bir deplasman takımı değildir ve yükselişte oldukları zamanlarda dahi deplasmanlarda zorlanan bir takım hüviyetinden kurtulabilmiş değiller. Maç eğer Vicente Calderon'da değilse, Sporting Gijon deplasmanı bile bu takım için meşakatli olacaktır. Bu açıdan Galatasaray, skorun dışında artı bir avantaja sahip açıkçası. Ali Sami Yen'de 0-0'a yatan bir takım görmektense, oyunun belli bölümlerinde ağırlığını hissettiren bir Galatasaray görmeyi umuyorum şimdiden. İkincisi, dezavantajlar yok mu Galatasaray adına, pek tabii var örneğin rövanşta sahada gördüğümüz kadrodan kaçı farklı olacak acaba? Yine forveti olmayan bir takım mücadele edecek sahada. Agüero, Forlan ve hatta Simao bugün sahada istediklerini yapamadılar ki bunun birçok sebebi olduğu gibi Barça maçının akabinde bu maça çıkmaları en büyük etkendi bana göre.

Sonuç olarak Rijkaard özlediği Madrid semalarına bir selam çakmış olsa da, Galatasaray'ın üç bölgede de zaafları devam ediyor. Atletico Madrid öncesi bir de İnönü deplasmanının araya girmesi takımdaki kayışların ne derece sağlam olup olmadığının bir yansıması olacaktır. Beşiktaş maçında ne oyun, ne de skor açısından pek umutlu değilim fakat UEFA'da turu geçmemek için pek bir neden yok.

18 Şub 2010

Yine Mi Sen Be Adam!

Ve yine aynı hakem, yine aynı hatalar, yine rezil bir maç yönetimi... Şimdi durup düşünmek lazım, UEFA neden bu kadar rezil bir hakeme bu derece üst düzey müsabakalar yönetme hakkı tanır? Sen değil miydin bu adamı Chelsea - Barcelona maçı sonrası gönderilecekler listesine koyan? Kime seslenmek lazım acaba Platini'ye mi yoksa tüm UEFA yetkililerine mi?

Türkiye'deki hakemlere sitem edenler tekrar tekrar düşünmeliler diye her defasında söylüyorum aslında. Çünkü bu denli üst düzey organizasyonlarda dahi kokartı büzüşesiceler yer alıyor. Bunların başında tabii ki Tom Henning Ovrebo geliyor... Norveç'in balıkçıları meşhurdur bilirsiniz, fakat en meşhur Norveçli bunca hata sonrası artık Ovrebo'dur diye düşünüyorum.

Bayern München'in ofsayttan attığı ikinci gol yan hakem hatası olabilir ancak gösterdiği yersiz kırmızı kart, Miroslav Klose'ye göstermediği kırmızı kart, gol iptali ve yardımcı hakemin görmeyen gözlerine aldırış etmemesi vs. gibi hatalar zincirine sebep oldu yine bu gece. Bir ara papaz olacağını şu yazıda yazmıştım ve artık bugünkü hataları üzerine diyorum ki, Allah ıslah etsin.

Klose'nin attığı uzak ara ofsayt gol de hemen burada, iyi seyirler...

17 Şub 2010

Welkom de Heer Hiddink!

Mahmut Özgener ve Lütfi Arıboğan'ı tebrik ediyorum! Kafalarında ki düşünce yabancı bir teknik direktör bulmaktı, olabilecek en iyi hocayı getirdiler. Guus Hiddink, kulüp takımı çalıştırmak konusunda pek bir isteksiz son yıllarda. Hatır gönül çalıştırdığı Chelsea'yi saymazsak, bundan sonra çalışmayacaktır kulüplerde. Zaten kulüp çalıştırmak enerji isteyen bir iş ve Hiddink kendini enerji açısından eskisi gibi hissetmiyor.
Hiddink'in Milli Takım için uygulayacağı 2 sistem var geçmişe bakarak yorumlarsak. 4-3-3 ve 2 iç orta sahalı 4-1-2-1-2. Hiddink'in orta üçlüyü ayağa top yapabilen, vizyonu geniş, hücumda da etkili ama savunmada pres yapabilen çapalardan kuracağını düşünüyorum. Türkiye'de buna elverişli oyuncularımız var. Emre, Hamit Altıntop ve Nuri Şahin bence bunun için biçilmiş kaftan. Arda Turan, eğer Hiddink'i can kulağıyla dinlerse yeni bir Arshavin olabilir. Bu 3 lünün önünde oynayacak isim olur. Milli takımımızın zaten hücum anlamında ki yetenekleri çok iyi durumda. Tuncay, Arda, Semih, Sercan, Volkan Şen, Özer Hurmacı ve benim İtalya liginin klasik santraforlarına benzettiğim Umut Bulut hücum ekibimiz. Burada Umut Bulut'a ayrı bir parantez açma ihtiyacı hissettim .Umut, inanılmaz goller kaçırabilen fakat ummadığınız pozisyonlardan gol çıkarabilen, Tuncay'la birlikte hücum presi yapabilecek en iyi silahlarımız. Savunmanın sağı ve solu için tercihlerinin değişmeyeceğini düşünüyorum. Gökhan Gönül ve Hakan Balta zafere gitmek için bize yeterli. Ancak, Hiddink'in başının çok ağrıyacağı nokta stoperlerimiz. Gökhan Zan ve Servet ikilisini aklı başında hiç bir hoca kullanmaz. Burada enteresan tercihlere gidip, beklemediğimiz yıldızlar çıkarabilir kurt hoca.
Beklemediğimiz yıldızlar konusunda ise gerçekten yetenekli olup ulusal takımda fırsat bulamayan gençlerimizin bence bu dönemde takıma dahil olup, önemli işler yapacaklar. Sercan, Ceyhun Gülselam, Ali Turan, Eren Güngör, Sezer Öztürk, Caner Erkin, Nuri Şahin, Tunay Torun aklıma bir çırpıda gelen isimler. Hiddink elbette ki bizi hem Polonya/Ukrayna hem Brezilya'ya götürür. Benim Hiddink'ten beklentim ise tıpkı Piontek ve Derwall gibi yıllar sonrada anılıp, getireceği ekolle 15-20 senelik bir süreçte bizi ileri seviyeye taşıması. Umarım bu 4 yıllık anlaşmadan sonra Hiddink zamanı ve Hiddink sonrası diye gururla anlatacağım anılarımız olur. Bizim herşeyden çok buna ihtiyacımız var.
Piontek ve Derwall'den konu açılmışken bir noktaya daha değinmekt fayda var. Peki yeni Mustafa Denizli ve Fatih Terim'lerimizi çıkarabilecek miyiz? Oğuz Çetin ve Engin İpekoğlu'nda ben o kumaşın olduğunu düşünmüyorum. Abdullah Avcı'nın Guus Hiddink'in yanında görevlendirilmesini beklerdim. O kumaş genç teknik direktörlerimiz arasında bir tek onda var çünkü. Zira bu da bizim için çok önemli. Hiddink'ten sonra Oğuz veya Engin'e bırakabilir miyiz koltuğu? Halbuki Abdullah Avcı hem ülkenin gençlerini iyi tanıyor, hem de gelecek için korkmadan koltuğu ona emanet edebiliriz. Abdullah Avcı, Klinsmann'ın yanında ki Joachim Löw rolünü çok daha iyi götürürdü.
Milli takım için yeni ve farklı bir dönem başlıyor. Biz milli takımına önem veren bir ülkeyiz. Hiddink bu ülkeye yabancı değil ve bizim gibi yükseliş ve zafer arayan ülkelere çok yardımcı oldu. Bu sefer acı bir mağlubiyetten sonra "İşte 7 gol yiyen eşekler bunlar" diyip soyunma odasında fotoğraf çektirtmez ve acı bir şekilde ülkeden ayrılmaz umarım.

Pic Of The Day

Milan'ı yıkan adam Wayne Rooney! Atmaya devam ettikçe daha çok canlar yakacağı belli...

16 Şub 2010

UEFA EL 2. Tur: Everton 2 - 1 Sporting Lisbon

UEFA Europa League 2. Tur ilk maçında Everton, Sporting Lisbon'u 2-1 mağlup etti.

35′ Steven Pienaar [ 1-0 ]
49′ Sylvain Distin [ 2-0 ]
87′ Miguel Veloso (Penaltı) [ 2-1 ]

Hatırlatmakta fayda var, Lizbon'da oynanacak rövanştan sonra tur atlayan takım, Atletico Madrid - Galatasaray eşleşmesinin galibi ile oynayacak.

Şampiyonlar Ligi 2. Tur 16/02

Şampiyonlar Ligi 2. tur maçları bu akşam başlıyor. UEFA'nın 2. tur maçları ile ilgili fikstür değişikliği ile 4 maç bu hafta, diğer 4 maç ise haftaya Salı ve Çarşamba günü oynanacak.

Lyon'un fırtına gibi estiği yılları hatırlarsak, o etkili futbolunu yansıttığı bir arena da şampiyonlar ligiydi. Şampiyonlar liginde Lyon ile Real Madrid 2005/06 ve 2006/07 olmak üzere iki sezon üst üste eşleşmiş ve Lyon her iki eşleşmede de Real Madrid'i geçmeyi başaran taraf olmuştu. Açıkçası onları Real Madrid'i ezerlerken izlemek epey keyif vericiydi ve yalnızca elemekle kalmadıkları gibi bir de yenilmiyorlardı da. Ancak bu kez işler biraz karışık. Real Madrid şampiyonlar liginde en son 2003/04 sezonunda 2. turda Bayern'i elemiş ve çeyrek finale yükselmişti. Çeyrek finalde Monaco'ya elenen Real Madrid, o tarihten bu yana şampiyonlar liginde 2. turdan ötesini görebilmiş değil. İşte bu sebepten dolayı hem Madrid taraftarları, hem de Madrid medyası bu kez şeytanın bacağını kırmalarını bekliyorlar takımlarından. Ayrıca bir diğer neden de bu yıl şampiyonlar ligi finalinin Santiago Bernabéu'da oynanacak olması.

Lyon'un her ne kadar ligde oynadığı maçlar sıkıcı geçiyor olsa da şampiyonlar liginde biraz daha olumlu işler yapan bir takım olarak beliriyorlar. Ben turu geçen takımın Real Madrid olacağını fakat Fransa'daki bu ilk maçta Lyon'un bir beraberlik kurtarabileceğini tahmin ediyorum. Aslında bu akşam bol bol kapanacaklarından şüphe duysam da Boumsong'un hatasız oynaması Lyon için çok önemli. Lyon'da eksik oyuncular ise Clerc ve Bodmer. Real Madrid'in orta sahasına baktığımızda herhangi bir bahane olmadan kazanmalarını beklemek hiç de hayalcilik olmamalı aslında. Madrid tarafında düşündüren tek durum, Metzelder ve Pepe'nin yokluğunda Ramos'un bu bölgede oynaması ve onun yerine sağ bekte Arbeloa'nın forma giymesi. Uzun lafın kısası, geçmiş sezonlara göre şu anki kadroları ve oyun yapısını kıyaslarsak Real Madrid bir değil üç beş adım önde Lyon'a göre.
Maça çıkacak 11'ler ise şu şekilde:
San Siro'da kimileri için bir ilk yaşanacak bu akşam. Beckham basına yapmış olduğu açıklamada "Bir Manchester United taraftarı olarak ilk kez tutmuş olduğum takımın kaybetmesini, oynadığım kulübün kazanmasını istiyorum" dedi. Ya ne diyecekti ki? Fergie için ise Beckham'dan çok takımındaki eksiklikler gözüne çarpıyordur şüphesiz. Ryan Giggs ve Nemanja Vidic bu akşam Milan karşısında forma giyemeyecek isimler. Ayrıca Rio Ferdinand'ın da son gelen haberlere göre oynama olasılığı düşükmüş. Milan için açıkçası kıstas olan Inter maçı ve sonrasındaki mağlubiyeti düşündüğümüzde, 46-65. dakikalar arası oynadığı futbolu hatırlıyorum da eğer o mücadeleyi ManUtd karşısında sergilerlerse Milan'ın bu akşam için bir adım önde olduğunu düşünüyorum. Vidic ve Ferdinand'sız ManUtd'ı hatırladığımda takımın ileri gücü ne kadar formda olursa olsun (Rooney) defanstaki sıkıntılar çok can sıkıyor ve ister istemez oyundan düşüp gol yememe derdine düşüyorlar. Maçın kısır geçip geçmeyeceği ManUtd'ın dışında Milan'ın da elinde bana göre. Gol yemek istemeyen bir Fergie ile rölanti futbolu tercih edecek Leonardo fikri elbette sıkıcı bir maç izletebilir bize fakat bunu kırması gereken yine Leo olacak.
Maça çıkacak 11'ler şu şekilde: (Ferdinand şüpheli)

15 Şub 2010

Kış Olimpiyatları: Vancouver 2010

12 Şubat'ta başlayan Vancouver 2010 Kış Olimpiyatları tüm hızıyla devam ederken, Vancouver'ın Kanada'nın en batısında olması nedeniyle saat farkının ülkemizle fazlalığı, bu yıl izleyici sayısında da ister istemez düşüklüğün başlıca nedenlerinden biri (hiç değilse Türkiye için bu böyle). 12-28 Şubat arasında devam edecek olan kış olimpiyatlarında hangi spor dalları ve yarışmaları düzenleniyor diye öğrenmek isteyenler için geliyor...

3 kategorinin yer aldığı olimpiyatlarda, bu 3 kategori altında da 15 spor dalı yer alıyor. Kategoriler; buz sporları, alp disiplinleri ve kuzey disiplinleri olarak ayrılıyor. Aşağıda yer alan spor dallarına aşina olduğunuzu tahmin ediyorum fakat bazılarını hatırlayamayanlar için ilgili spor dalı başlığına tıklanıldığında ne oldukları görülebilir...
Buz Sporları
Bobsleigh
Buz Hokeyi
Skeleton
Luge
Buz Pateni
Curling
Kısa Kulvar
Hız Pateni

Alp Disiplini

Alp
Serbest Stil Kayağı
Snowboard

Kuzey Disiplini

Biathlon
Kayaklı Koşu
Kayakla Atlama
Kuzey Kombine (Önce kayakla atlama, daha sonra kayaklı koşu)

An itibariyle madalya tablosu ise şu şekilde:

*Kazanılan madalyalar erkek-bayan beraber gösterilmekte.

Peki ülkemizden Vancouver'a katılan sporcular var mı? Evet, sporcuların 5'i Türk. Artistik buz pateninde Tuğba Karademir, bayanlar kayaklı koşuda Kelime Çetinkaya, Alp disiplininde Tuğba Daşdemir ve Erdinç Türksever, erkekler kayaklı koşuda ise Sabahattin Oğlago Türkiye için mücadele eden isimler.

Avrupa'da Haftanın Panoraması

Barcelona, Vicente Calderon'da ilk mağlubiyetini alırken, Atletico Madrid toparlanma sürecini devam ettirmiş oldu. Perdeyi açan Diego Forlan'ın ardından gelen Simao'nun golüne, Ibrahimovic yanıt verse de gerisi gelmedi ve maç 2-1 sona erdi. Real Madrid ise Barcelona'nın bu kadar eksikleriyle birlikte zor bir deplasmana çıktığı haftada, Xerez deplasmanına çıkıp 0-3 galip gelerek Barcelona ile olan 5 puanlık farkı 2'ye indirdi. Sevilla Osasuna'yı Luis Fabiano'nun golüyle 1-0 yenerek 4. sıraya yükselirken, Valencia Gijon'dan 1-1'lik beraberlikle döndü.
Serie A'da haftanın açılış maçında Udinese'yi 3-2 geçen Milan, bir maç eksiğiyle 3. sıradaki yerini sağlamlaştırmış oldu. Napoli gibi zor bir deplasmana çıkan Inter, güneyden evine 0-0'lık bir sonuçla dönmüş oldu. Özellikle bu aralar iyi futbol oynayan Palermo'yu 4-1 mağlup eden Roma'da Atina seyahati öncesi moraller yüksek. Zira uzun süredir Serie A'da bu kadar tepede olmadıklarını hatırlamış olmalılar. Sampdoria ise düşene bir tekme de ben vurayım dercesine Fiorentina'yı 2-0 mağlup etti. Viola son 5 maçında aldığı 1 beraberlik 4 mağlubiyet ile Bayern München'in iştahını kabartıyor olsa gerek. Son olarak Juventus, evinde Genoa'yı zorlansa da Del Piero'nun katkılarıyla 3-2 geçmeyi bildi.
Geçen sezona göre türlü karışıklıklar içerisinde olan Wolfsburg'u konuk eden Bayer Leverkusen 2-1 ile liderliğine devam ederken, geriye düşmesine rağmen Borussia Dortmund'u 3-1 ile geçen Bayern München liderle aynı puanda(48) yoluna devam etti. Köln'ü 2-0 ile geçen Schalke ise 3. sırada ve liderin 3 puan arkasında. Schalke bana göre bulunduğu şu lig pozisyonuna şükretmeli. Çünkü tepe takımları içerisinde en fazla sırıtan takım kendileri. Hamburg ise Stuttgart deplasmanından Ruud sayesinde 1-3 ile galip döndü. Hannover'e kısa bir yolculuk yapan Werder Bremen ise ilk yarısını 0-4 kapattığı karşılaşmadan 1-5 galip ayrılarak Bundesliga'da haftanın en rahat galibiyetini alan takım oldu.
St. Etienne'i 3-1 mağlup eden Bordeaux liderliğini 51 puanla sürdürürken, Montpellier de Grenoble'ü 1-0 geçerek 3 puan gerisinde Bordeaux'nun takipçisi durumunda. Fransa'da bu sezon en güzel futbolu izlettiren kulüplerden biri olan Lille ise Boulogne'u 3-1 mağlup ederek Lyon'un hemen önünde 3. sırada. Lyon evinde Lens'ı 1-0 yenerken o eski göze hoş gelen futbolunu hala sahaya yansıtabilmiş değil ve Ligue 1 şampiyonluğu geçen sezon olduğu gibi yine Bordeaux'ya daha yakın duruyor. Monaco deplasmanına çıkan Marsilya ise beklenilenden daha fazla zorlanmasına rağmen 1-2'lik galibiyet ile Kopenhag yolculuğu öncesi moral buldu.

FA Cup 5. Tur

Chelsea 5. turda Cardiff'i ilk yarıda zorlansa da 4-1 geçmeyi bildi. Cardiff City'nin şu oyununu Premier League ekiplerinin bir çoğu oynayamıyor. En azından Wigan ve Portsmouth'dan daha derli toplu bir takım olduğunu söylemek mümkün. Bu maçta Sturridge'e ayrı bir yer açmak lazım. Chelsea oynatma fırsatı bulabilir ya da oynayabileceği bir kulübe yollarsa, bu genç çocuk ileride çok başarılı bir hücum oyuncusu olabilir.

City of Manchester stadında karşılaşan Stoke ve Manchester City maçı, her Stoke maçında olduğu gibi inanılmaz mücadele içinde geçti. Shawcross ve Sorensen'in hatalar zincirinde Wright-Phillips 1-0 öne geçirdi. Fakat ilk yarıda galibiyet biraz daha Stoke'un hakkıydı. İlk yarıda şanssızlıklar da yakasını bırakmadı Pulis'in. Önce Etherington ayağını burktu kenara alındı. Onun yerine giren Liam Lawrence'da ikili mücadele sırasında ayağını fazla zorlayınca daha ilk yarıyı bitirmeden sağ kanada 2. değişikliğini yaptı Pulis. Yerine giren Rory Delap'te şut gibi kullandığı taçlardan birinde Fuller'in kafasına topu kondurdu ve maç 1-1 sona erdi. Pazartesi günü ligde bu sefer Britannia'da karşılaşacak bu iki ekip, yoğun ve stresli fikstürlerine bir maç daha eklemiş oldular.

İzlemediğim diğer maçlarda Fulham Craven Cottage'de, Sven-Göran Eriksson'un başında olduğu Notts County'e hiç acımamış ve çeyrek finale giderken moral depolamış 4-0. Aston Villa deplasmanda Crystal Palace önünde ufak çaplı bir şok yaratmış berabere kalarak 2-2.Ligden düşmesine kesin gözüyle bakılan Portsmouth ise Southampton'a patlamış 4-1.
Derby County, Birmingham'a direnmiş ama gücü yetmemiş 1-2. Turu ikinci maça bırakan 3. eşleşmeyse Reading ve West Bromwich Albion 2-2.
Tottenham, kötü gidişine FA Cup'ta da devam ederek Bolton'ı deplasmanda devirememiş ve şansını bir sonraki maça bırakmış 1-1.

Çeyrek Final eşleşmeleri ise şu şekilde oluştu;

Chelsea v Man City/Stoke City
Fulham v Bolton/Tottenham
Reading/West Brom v Crystal Palace/Aston Villa
Portsmouth v Birmingham City

Maçlar 6/7 Mart'ta oynanacak.

Atletico Madrid 2-1 Barcelona

Atletico Madrid, Barcelona'yı 2-1 yenerek moral buldu. Galatasaray maçı öncesi yüksek efor sarfetmeleri sevindirici olabilir ama takım olarak gösterdikleri performans, özellikle Vicente Calderon'da korkutucu! Karşılıklı ataklarla, Atletico cephesinin biraz temkinli başladığı maçta 9. dakikada Forlan eşitliği bozan golü attı. Atletico ev sahibi olmasından da yararlanarak bu dakikalarda daha fazla saldırmaya başladı ve Simao Sabrosa'nın frikikten attığı füze Calderon'u tekrar ayağa kaldırdı. Bundan 6 dakika sonra ise Milito'nun (şahsi yorumumdur) faullü şarjıyla top Ibrahimovic'in önüne düştü ve günün en başarılı ismi David De Gea'nin çaresiz kaldığı bu tek anda Barça farkı 1'e indirdi. Daha sonra kontraatakla gol arayan Flores'in öğrencileri, geriye de epeyi yaslandı. Bu dakikalarda De Gea ve Perea'nın muhteşem oyununu izledik. Orta sahada ise Tiago, Assunçao çok iyi savunma yaparak Xavi, Iniesta'ya min. efektif pasta tutarak başarılı oldu. Pedro ve Messi ise sahada adeta kayboldu. Tabii burada Ujfalusi ve Antonio Lopez'in hakkını vermek lazım. Başarılı bir şekilde görevlerini yerine getirdiler. Kun Agüero bugün biraz daha formda olsaydı Atletico tek farklı kazanmayabilirdi. Sonuç olarak UEFA Kupası'na gitmeyi Copa Del Rey'de finale kalarak garantileyen Atletico, namağlup Barcelona'yı yenerek Galatasaray maçları öncesi moral kazandı. Evet, Atletico inanılmaz bir oyun oynayıp kazanmadı belki ama bundan 3 ay öncesinde çok dağınık olan ekip, artık bir takım gibi hareket etmeye başlamış. Galatasaray'ın özellikle Calderon'da tembel oynamaması, savunmayı diri tutması gerek.

14 Şub 2010

Siftah Yapanlar

Ruud Van Nistelrooy 65. dakikada Mladen Petric'in yerine oyuna girerken maçın skoru Stuttgart 1-1 Hamburg idi.
Daha sonra Ruud'un kalitesi çıkacaktı ortaya. 75'te Hamburg'u öne geçiren golü kaydeden Ruud, 1,5 dakika içinde ikinci golü de atarak maçı Hamburg'un 1-3 kazanmasını sağladı. Bu iki ardarda attığı gol ile Hamburg macerasında ilk siftahını yapmış oldu.
Dün bir siftah yapan daha vardı, Robbie Keane. Maçı 90 dakika izleme fırsatım olduğu için şanslıydım çünkü 4-4 sonuçlanan maçta tam 8 gol atıldı. Robbie Keane bu maçta Celtic adına hem ilk asistini hem de ilk golünü kaydetmiş oldu.

Yalnız Celtic'in bu maçı kazanamaması en zor olandı ve zoru başardılar. Celtic 0-1 öne geçti, Aberdeen beraberliği sağladı. Celtic 1-2 öne geçerken çok geçmeden, yalnızca 1 dakika içinde Aberdeen 2-2'yi sağladı. Devreyi 2-2 ile kapatan Celtic, ikinci yarı ardarda bulduğu iki gol ile 2-4 öne geçti ki artık Celtic'in bu maçı kopardığını düşündü(k)m. Fakat hesaba katılmayan bir adam vardı bu iki farklı skor yakalandığı anda.
Steve MacLean kazanılan penaltıyı gole çevirdiğinde Artur Boruc'un yüz ifadesi sanki maç 3-3 olmuşcasına sararmıştı. Belki de beraberliğin kokusunu mu aldı nedir bilemiyorum. Aynı Steve 88'de kendisinin ikinci golünü atarak maçı 4-4'e getirdi ve dediğim gibi Celtic adına zor olan bu durumdu ve zoru başardılar. Artık Rangers şampiyonluk yolunda yalnız kalırken, Celtic adına bu sezon hemen hemen bitmiş oldu.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir