3 Nis 2010

Sıralama Turu Ardından: Sepang, Malezya

Tıpkı geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Malezya'da yoğun yağmur yağışı var. Sıralama turundaki sonuçlar bu yağmura bağlı olarak sürprizlere sahne oldu. Sıralama turundaki yağış, yarın yapılacak yarışta da bekleniyor. Sürpriz dedim çünkü Jenson Button, Lewis Hamilton, Felipe Massa ve Fernando Alonso ilginç bir şekilde çok geride kaldılar. Yarın ilk 10 sırada yarışa başlayacak sürücülere göz atalım.

1- Mark Webber - Red Bull-Renault
2- Nico Rosberg - Mercedes GP
3- Sebastian Vettel - Red Bull-Renault
4- Adrian Sutil - Force India-Mercedes
5- Nico Hulkenberg - Williams-Cosworth
6- Robert Kubica - Renault
7- Rubens Barrichello - Williams-Cosworth
8- Michael Schumacher - Mercedes GP
9- Kamui Kobayashi - BMW Sauber-Ferrari
10- Vitantonio Liuzzi - Force India-Mercedes

İlk 10'da o kadar çok sürpriz pilot var ki yarın ilginç geçişler izleyeceğimiz kesin gibi. Ayrıca yağacak yoğun yağmurla beraber bu geçişler kazalara gebe olacaktır diye düşünüyorum. Dolayısıyla pistte safety car görmezsek büyük sürpriz olur. Bunun yanı sıra Adrian Sutil kariyerinde en iyi sıralama turu derecesini yapmış oldu. Onun dışında diğer sürprizler Hulkenberg, Kobayashi ve Liuzzi yarın bu pozisyonlarını koruyabilecekler mi göreceğiz. Ben Kubica'dan yarışın hemen başında bir atak bekliyorum açıkçası. Hulkenberg ve Sutil'i geçip asıl rakipleri olan Vettel ve Rosberg'in peşine takılacaktır.

Vettel demişken bu ismi herkesin dikkatle izlemesi gerektiğini düşünüyorum. Bu sezon ilk iki yarışta şanssızlıklardan dolayı podyum göremese de, Red Bull takımının en yetenekli ismi bana göre. Yarın bir aksilik olmazsa yarışı ilk 3'te tamamlayacaktır. Schumi için birkaç şey söylemek gerekirse, Bahreyn ve Avustralya'da yarışları bir hayli geride tamamlamasına rağmen kendisine performansı hakkında bir değerlendirme yapması sorulduğunda, bu performansından memnun olduğunu belirtmişti. Takım arkadaşı Nico Rosberg pek tabii önünde bitirebilir yarışı fakat Schumi için sezonun ilk podyumu da olabilir eğer doğru taktik ve iyi bir çıkış sergilerlerse takım olarak. Son olarak, yarın Malezya'da çok keyifli bir yarış bizleri bekliyor olacak.

1 Nis 2010

Bi' Brondby Vardı, N'oldu Ona?

Bir zamanlar Danimarka futbolu denince akla ilk gelen kulüptü Brondby IF. Peki bu Dansk kulübe neler oldu da adını sanını duymaz olduk? Danimarka Süper Ligi'nde son şampiyonluğuna 2004/05 sezonunda uzanan Brondby kulübü, o tarihten bu yana dişe dokunur hiçbir başarıya imza atamadı desek yeridir.

Halbuki bu takım hemen üstte de belirttiğim gibi Danimarka deyince akla ilk gelen kulüptü, hiç değilse benim için öyleydi. Fakat son yıllarda tahtını bildiğimiz üzere Kobenhavn'a kaptırdı bu "kuyucu" takım. Aslında başarılarına şöyle bir göz attığımızda; 10 lig şampiyonluğu, 6 Landspokalturneringen şampiyonluğu, 2 lig kupası, 4 Danimarka Süper Kupası, 1 Royal Lig şampiyonluğu ve belki de en önemlisi 1991 yılında UEFA Kupası yarı finali görmeleri şeklinde bir tablo söz konusu.

2008/09 sezonunu 3. bitirip Avrupa Ligi elemelerine katılma hakkı kazanan Sarılar, 1. turda Rosenborg'a iki maçta da yenilerek elenmişti. Hatırlatmakta fayda var, Brondby'i eleyen Rosenborg o yıl G Grubu'nda hiç galibiyet alamayarak elenmişti. Uzun bir süredir Avrupa'nın zayıf liglerinden biri olan Danimarka Süper Ligi'nde orta sıralarda tamamladıkları lig grafiği hala değişmiş değil açıkçası. 12 takımlı bu ligde orta sıralarda yer almak Brondby adına bir lekedir bana göre. Ki bir değil, iki değil artık orta sıra takımı oldu Brondby. Sırf bu yüzden "nerede bu Brondby" sorularını sormaya devam ediyorum...

Bu sezon ise geçen yılı aratır oldular. Dediğim gibi, Brondby adı sanı duyulmayan takımlara yenilmekten çekinmiyor, üstelik bundan da gocunmuyorlar sanırım. Bunu söylememin en temel sebebi ise son 10 lig maçında almış oldukları 6 mağlubiyet, 3 beraberlik ve yalnızca tek galibiyet.
Ne zamandır aklımdaydı bir Brondby maçını baştan sona kadar izlemek ve bu isteğimi biraz önce yerine getirmiş oldum. Brondby evinde bu sezon ligde kendilerinden beklenmeyen bir performans gösteren Silkeborg'u ağırladı. Tribünler bir önceki maça göre daha da boştu ki bu gayet normal çünkü takımın herhangi bir amacı kalmadı artık. Neyse maça döndüğümüzde ilk yarı kalelerinde 4 dakikada 2 gol görmelerini hayretle izledim çünkü eski Brondby gitmiş, yerine UmrumdaDeğil SK gelmiş! Ne forvet hattı, ne orta sahaları ne de defanslarından adam olur öyle söyleyeyim siz anlayın. Silkeborg mütevazı kadrosuyla yukarıları zorluyor bu sezon ancak onların da kapasitesi bir yere kadar, zayıf takım ne de olsa. İkinci yarı hafif hafif kendine gelmeyi becerebilen ev sahibi skoru 2-2'ye getirmeyi başardı lakin dediğim gibi, çok zayıflar ve o yıllardır kendilerini yalnız bırakmayan taraftarlarından devre sonunda sahaya çıkarken protesto yiyen bir takım haline bürünmüşler. Ligde 24 maç sonunda 33 puan ve +1 averajla 7. sıradalar.

Demem o ki, Brondby'den eskisi gibi Michael Laudrup, Ebbe Sand, Jes Hogh, Magnus Svensson veya Thomas Kahlenberg gibi futbolcular çıkarmasını uzunca bir süre beklemeyin.

31 Mar 2010

Rövanş

Allianz Arena'da dün gece bir bakıma rövanş maçına çıkan Bayern München, Manchester United'ı tıpkı o 1999'da 90. dakikada yediği gole nazire yaparcasına yenmeyi başardı. Bu kez önde olan taraf Man Utd'dı ve geriden gelerek maçı kazanan Bayern oldu. Muhtemeldir ki bu sonuç Bayern München'e yetmeyecek fakat moral depolamak açısından önemli bir galibiyet aldılar. Ayrıca maçın ikinci yarısı Man Utd adına "kayıp" kavramından öteye geçmedi.

Hem maçı, hem de Wayne Rooney'i kaybeden Alex Ferguson, bunun yanı sıra yaptığı taktiksel hataların da diyetini ödemiş oldu. Maçın hemen başında Demichelis'in Rooney'i markaj ederken ayağı kayıp düşmesi ve sonrasında boş kalan Rooney'nin golü ağlara göndermesi nasıl Louis van Gaal'i huzursuz ettiyse, maçın sonunda ise huzursuz olan taraf Fergie oldu. Dedik ya, maçın ikinci yarısı Man Utd adına hem kayıp hem de şanssızlık kavramlarından oluşuyordu. Bunları Vidic'in kafayla vurduğu topun direkten dönmesi, Ribery'nin kullandığı frikiğin Rooney'e çarpıp ağlara gitmesi, son dakikalarda Rooney gibi bir golcüsünü kaybetmesi diye sıralayabiliriz.
Premier Lig açısından baktığımızda Rooney'nin sakatlığının süresi, Manchester United hücumunu doğrudan etkileyecektir. Maç sonrası Alex Ferguson'ın konuyla ilgili demeci ise; "Hopefully, it's not too serious. He may be doubtful for Saturday but we don't know, it's too early to say." Kulüp doktorlarından sanıyorum ki bugün bir açıklama gelecektir sakatlığın ne kadar süreceği hakkında.

Ji-Sung Park da maç sonrası Old Trafford'da şanslı olan tarafın kendileri olduğunu söylemiş. Doğru demiş çocuk, Manchester'da hızlı başlayan bir oyunla ilk yarıya gol yemeden bir veya iki tane gol sığdırmaları, turu geçmek için büyük avantaj sağlayabilir Red Devils'a ancak Bayern München bu sezon deplasmanlarda ilginç sonuçlar alabiliyor. Bir sürpriz çıkar mı diye soracak olursak cevabı "zor" olacaktır. Bekleyip görelim...

29 Mar 2010

Galatasaray 0-1 Fenerbahçe : Flemenkler vs. Almanlar

Çok garip bir maç izledik gerçekten. Maç öncesi Özhan Ağabey'e hürmeten -en azından bu sefer- küfür edilmese daha iyi olacaktı. Yine de maç içinde bizi irrite eden hiçbir tezahürat duymadık. Galatasaray tribünlerinden bir kendinibilmezin attığı su şişesi hariçte çok da büyük olaylar olmadı. Zaten, ASY 2007'den sonra tribünler sakindi de futbolcular da bir gerginlik vardı. Bu maçta agresif Sabri'nin maçın başında Alex'le şakalaştığını görünce, ilk önce Sabri'nin İngilizce düzeyini merak ettim ne yalan söyleyeyim.Kafamda farklı senaryolar vardı maçtan önce. İlk golü Fener yerse, Cim-Bom dağıtır dedim. Daum takımını ilk yarım saat kapatır, Galatasaray'ın ilk temposunun geçmesini beklerse çok yanılır dedim. Tek çare orta sahada ezip, topu ayağında tutmasıydı Fenerbahçe'nin ki oyuncu yapısı ve Rijkaard'ın orta saha düzeni buna imkan verir nitelikte. Galatasaray açısındansa 4-2-3-1'in rakamdan çok zihniyetine ihtiyaç olsa da Frank Rijkaard'ın orta ismi 4-3-3'dür herhalde. Orta sahada 1 defansif orta saha yanına Elano olacağı aşikardı. Problem 3. ismin kim olacağı? Şimdi söylemek kolaycılık gibi görünebilir ama oyunun her iki tarafını iyi oynayabilecek bir isim, bol pas yapan Fenerbahçe orta sahasını zorlayabilecek, topun sizde kalmasını sağlayacak bir isim; mesela Barış, Ayhan.Maçın içinde bakarsak, Rijkaard'ın Alex'i durdurmak için 1974 Dünya Kupası'na gitmesi şaşırtıcı. Orta sahada adam adama markaj o yıllarda kalmadı mı sahiden? Hadi bunu yaptın diyelim. Daha iyi pas yapan, vizyonu daha iyi olan Mehmet Topal'ı, Mustafa Sarp'a tercih etmen daha şaşırtıcı. Elano sahada kaybolduktan sonra bile bu tercihini devam ettirmesi Daum'u rahatlatmıştır herhalde. Alex'in deplase olması sonucu sürekli yerini kaybeden bir defansta görünüp bir kaybolan Mehmet Topal, defansa kademe hatası da yaptırdı zaman zaman. Alex'in sık sık geriye gelip orta sahayı 5'lemesi zaten ayakta kalabilen tek orta saha oyuncusu Mustafa Sarp'a sadece zaman zaman Giovani'nin yardıma gelmesi bence kendi inisiyatifiydi. Keita'nın da Andre Santos'a karşı birebir de başarılı olabilecek gibi durmasına rağmen Vederson'un orada kademelere girmesi ve oraya yanaşan Bilica'nın varlığı, kanat oyuncularına sınırsız özgürlük veren Rijkaard'ın işini gitgide zorlaştırdı. Aslında, Rijkaard maç içinde işini hiç yapmadı. Yaptığı tek bölümde tercihlerini öyle kötü yaptı ki, kalitesini sorgular hale geldim. Bir Avrupalı idman ve maç eksiği olan oyuncusunu alıyorsa oyuna, ki o fizyoterapistin diplomasını da sorgulamak lazım. Kenarda fizik hareketlerini yaparken gördüğümüz Arda'nın yüzündeki acıyı göre göre, Rijkaard'a "Bu adamın fizik gücü yetersiz" diyemiyorsan, o kulüpten neden maaş alırsın? Zaten, Galatasaray'ın baskı anlarında top ne zaman Arda'ya gelse tehlike geçti ya da kaotik duran Fener savunması düzenli bir şekilde yerleşmiş oldu. Herşeye, onca taktik hataya ve müdahalesizliğe rağmen 30. saniyede Mustafa Sarp ortaya değil havadan dış köşeye vursa başka şeyleri konuşuyor olurduk. Ama siz bütün kriz anlarında müdahalesiz kalıyorsanız bunu da savunmamalısınız. Bulduğunuz pozisyonların hiçbiri organize değilse, bunu sorgulamalısınız. Jo'nun çevirdiği topa Giovani'nin net bir vuruş yapamaması, fizik gücünün yetersizliğiyle alakalı bence. Hızıyla zaman zaman fark yaratsa da, ne zaman ki savunmacısıyla birebir kalsa, ısıran rakibine karşı güçsüz kaldı. Galatasaray'da biraz öne çıkan ismin Neill olması tamamen Servet'in savrukluğuyla alakalı. Kademelere iyi giren Neill, ayakta kalmayı başarabilen isim oldu.Fenerbahçe'de ise Mehmet Topuz'un idareten oynaması orta sahada Selçuk'un biraz daha fazla yükün artmasına sebep oldu. Yine de bölgesinde ki halefi Emre'nin alan daraltma ve pres gücünü aratmadı. Sadece organizasyon eksikliği vardı ki bu Emre'nin içinde bulunduğumuz sezon boyunca Xabi Alonso'ya nazire yaparcasına uyguladığı bir alan. Selçuk'un zaten eksik kalan Galatasaray orta sahasına karşı kademeli kapanan Fenerbahçe savunmasında zaman zaman defans hattının arasına girmesi bence profesyonel bir ön liberodan beklenmeyecek bir hareket. Selçuk diyip geçebilirsiniz ama bu adam 7 senedir Fenerbahçe'de. Bir ön liberonun top rakipteyken ne yapması gerektiğini artık öğrenemediyse, öğrenemez de. Özer'in ve Vederson'un özellikleri farklı olsa da aynı taktiklerle sahada yer alması rezillik. Zaten, Özer'den beklenen kreatif oyun ve ince işçilik de eksik kalması da bu yüzden. Sürekli rakip açığa ilk basma, gelen beki kovalama, çalımı yedikten ya da bu görevleri bittikten sonra kendi bekinin kademesine girme görevleri Daum'un maç görüşünü sanırım belli ediyor. Yine de Vederson'dan bunu bekleyebilirsiniz ama Özer'den istemek nasıl açıklanabilir kararsızım. Lugano ve Bilica ikilisinin birlikte namağlup ilerlemesi şaşırtıcı değil. Birbirleriyle çok iyi anlaşıyorlar. Rijkaard'ın da dile getirdiği gibi rakip hücumculara ya hiç şans vermiyorlar ya da çok ufak detayları bırakıyorlar. 70. dakikada golü bulan Fenerbahçe'nin Güiza konusunda büyük sıkıntıları olmasa gol daha erken gelebilirdi. Deplasmanda ilk 27 dakikada 100 pas yapmış, rakibini ise 47 pasta tutmuş bir takımın -ki pasların yarısının rakip alanda ve efektik oynanmış olması- gol atması beklenir. Galatasaray'ın driplinglere dayanan tarzı bunu körüklemiş olsa da iyi pozisyon alamayan veya aldığı toplarla düzgün bir dripling yapamayan, bunlarda topu dahi tutamayan bir forvetiniz varsa işinizi kendiniz zorlaştırırsınız. Yine de Daum'un bu tercihinin rakibinin orta sahasının dağınık olmasını ummasıyla alakalı. Semih'in ve Gökhan Ünal'ın orta sahaya kadar gelip top alan stilleriyle defans adamlarının buraya kadar forvetlerinizi kovalaması Daum'a uymuyor. Güiza'nın sürekli rakip defansın arkasına kaçma isteği stoperleri yerinden oynatamıyor. Güiza'ya zaman zaman Lugano ve Bilica tarafından atılan ve yarış atlarının bile yakalayamayacağı toplara Güiza'nın umutsuz koşuları göz boyayıcıydı sadece.

Bir derbiyi daha arkamızda bırakırken, damağımızda futbol adına büyük hatalar barındırsa da şansa atılmış bir gol o an De Sanctis'i hatırlattı. Napoli-Juventus maçında cepheden çıkardığı çok sert bir şut vardı. Leo Franco'nun tercih edilmesiyse uzun etin yahnisiyle doğru orantılı. İspanya Ligi'nden bedelsiz gelen bir oyuncudan daha fazla ne bekleyebilirsiniz ki. Adnan Polat'n bu sene
Galatasaray 8. olsa dahi Rijkaard'a ısrar etmeli. Bahsettiği ve oynatmak istedikleri bu orta saha oyuncularıyla çok zor. Rijkaard&Neeskens ajandasında ki transfer bölümüne ise sıkı sıkı yapışılmalı. Mustafa Sarp yerine misalen Poulsen, Mehmet Topal yerine Renato olsa sizce Galatasaray nasıl oynar? Galatasaray açısından sene fiilen ve matematiksel olarak bitmese de finalleri Bursaspor maçı olacak. Oradan alınacak sonuç, başka Mayıs'ları bekletebilir ya da bu Mayıs'a olan umudu tazeleyebilir.
Fenerbahçe ise Beşiktaş maçında kazanmayı umarken, Bursa'nın Galatasaray'a kaybetmesini bekleyecek. Lig için bu hafta inanılmaz bir kırılma anı oldu. Ligin daha elit top oynayan ilk 8'inin birbirleriyle 3 maç oynaması bütün hesapları, denklemleri yeniden yaptırdı.
Bu maç için son cümlelerimiz zihinsel olarak 70'lerin Almanyası ve Hollanda'sı şeklinde olduğudur. 22 kişiyle oynandı ama sonucunda Almanlar kazandı.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir