21 Nis 2010

Dünya Kupası'na Doğru : Grup B

Bir önceki Dünya Kupası'na Doğru yazımızda A grubuna değinmiştik. Aynı minvalde B grubunu da inceleyeceğiz. Vakit kaybetmeden B grubu incelememize başlayalım.

B grubunun açık ara favorisi kadrosu hücum açısından yıldızlarla dolu Arjantin. Diego Maradona'nın yönetimi altında ki "Mahallenin Kötü Çocukları", uzun zamandır, hatta 1990 İtalya'dan beri potansiyellerine bir türlü ulaşamadılar. Kadrosunda Messi, Agüero, Javier Mascherano , Esteban Cambiasso, Juan Veron, Maxi Rodriguez, Diego Milito, Carlos Tevez gibi isimleri bulunduran "La Celeste"nin Afrika yolunda ki macerası, beklenenin ve olması gerekenin aksine oldukça zorlu geçti. Peru karşısında Martin Palermo'nun ayağından gelen gol ve Uruguay deplasmanında ki yoğun stres altında ki maçı kazanıp 28 puanla kolay sayılabilecek Güney Amerika grubundan ancak 4. olarak çıkabildiler. Yine de Diego bütün bunların üstüne, kendi zaferini oldukça epik bir şekilde anlattı. Bu organizasyonun tarihine ismini altın harflerle yazdıran Tangocuların hocası Maradona zaferin nasıl geleceğini şu sözlerle anlatıyor; "Bir adamın Dünya Kupası'nı öpmesi kadar güzel bir duygu yoktur ve bunu yapabilmesi için fedakarlık dolu 30 gün geçirmesi gerekli. Bu başarı bulutlara dokunmak gibi. İki kez Dünya Kupası'nda oynadım ve bunun nasıl yapmamız gerektiğini biliyorum." Benim gibi Arjantinseverlerin de Maradona'ya yürekten inanmak istediğini ama bunun pek de mümkün olduğunu düşünmüyorum. Rakiplerine bakarsak oldukça geride duran Arjantin'in defans hattı pek etkileyici olmasa da hücumu gerçekten göz alıcı isimlerle dolu. Eğer, gerekli dengeyi kurarlarsa onları çok daha ileride görebiliriz. Kore/Japonya'da ki performanslarının üstüne Almanya'da güzel başlayıp, Berlin'de Almanya karşısında penaltılarla şanssız bir şekilde yolculuklarını kısa kesmek zorunda kalmışlardı. Grupta 3 maçı da rahat kazanması gereken Arjantin'in konu potansiyeli kullanmak olunca onlara güvenmek gerçekten imkansız.

Grubun otoriteler tarafından ikinci çıkması beklenen ekibi ise beklenenin aksine King Otto'nun takımı değil, Shaibu Amodu ve yardımcı direktörü Tommy Soderberg'in Super Kartalları. Kadrosunda Avrupa'nın önemli takımlarında oynayan ve takımları için önemli olan yıldızları bulunduran Nijerya'nın sorunu grupta ki en güçlü rakibi Arjantin'le aynı. Potansiyelini bir türlü gösteremeyen Nijerya'nın Chinedu Obasi, Obafemi Martins, Yakubu Aiyegbeni, Peter Odemwingie, Victor Obinna, Ikechukwu Uche ve 36 yaşına gelmiş olsa da formu kabul edilebilir düzeyde olan Nwankwo Kanu. Kadronun en önemli yıldızı ise orta sahada oynayan Chelsea'nin yıldız ismi ve Essien'İn sakatlığında Ancelotti'nin güvendiği isim olan John Obi Mikel. O kadar yıldız içerisinde ve yüksek düzeyde oynayabileceğini gösterene Mikel'in, yine de gitmesi gereken yolu var. Dünya Kupası tecrübesi ise kariyerinde bir ilk olacak. Nijerya'nın şansı diğer iki rakibi Yunanistan ve Güney Kore'ye karşı çok az da olsa önde. Kendi kıtalarında oynayacak olmalarını avantaja çevirmek isteyen Kartallar yine de formlarının zirvesinde ve tam konstrasyonla oynamak zorundalar. Yoksa, onların karşısında hatalarını bekleyen iki tehlikeli rakip var.

Grupta şansı Nijerya'dan biraz daha az olan King Otto Rehhagel'in Yunanistan'ı tüm dünyayı şaşırtarak 2004'te Avrupa Şampiyonası'nı alalı 6 sene oldu ve kendilerini tekrar ispat etmeleri gerek. Yunanların büyük bir istekle bekledikleri istikrar ise Portekiz 04'ten sonra göreceli olarak gelmedi. Yine de başarısız 2008 Avrupa Şampiyonası, 2004'te gelen başarıdan sonra kimseyi tatmin etmedi. Zaten agresif bir savunma ve duran toplardan başka stratejisi olmayan Yunanistan'ı çözmek kimse için uzun sürmedi. Şimdi King Otto'nun en azından gruptan çıkarmayı başarması gerekiyor. Sonrası şimdilik düşünmeleri gereken konu değil. Kadrosunda ki kozları önemli derecede yaşlanmış olan Yunanların elinde yine de güvenebilecekleri isimler var. İlerleyen yaşlarına rağmen Basinas, Karagounis, Charisteas ve elemelerin en çok gol atan oyuncusu olan Theofanis Gekas, kendini daha üst bir seviyede deneyen ve Liverpool'da şans bulan Kyrgiakos. Yine de konu Rehhagel'in takımları olunca isimler değil beraber ne kadar iyi oynadıkları önemli oluyor.

Grubun son sırasında olması beklenen ve sürpriz arayan Güney Kore'nin başında önemli isimlerin arkasında çalışmış olan Huh Jung-Moo var. Advocaat ve Guus Hiddink'ten öğrendiklerini yansıtmaya çalışan HJ Moo'nun en güvendiği Taeguk Savaşçısı hiç kuşkusuz Park Ji-Sung. Yine de Almanya ve İsviçre'de şansını iyi kullanamamış ve bu sene Monaco'da kendini ispatlamaya çalışan Park Chu-Young forvette başarılı bir fırsatçı. Daha önce söylediğimiz gibi Kore'nin bu Dünya Kupası'nda bir adım ileri gidebilmesi için onlar adına bütün gezegenlerin sıraya girip, futbol şansının, tanrının yanlarında olması gerek.

Gelelim grup hakkında ki tahminlerimize;Arjantin 9 puan, Nijerya 2-6 puan, Yunanistan 1-4 puan, G.Kore 0-2 puan.

Grubun fikstürü ise;

The Real "INVICTUS" : Inter 3-1 Barça

Pep Guardiola, oyuncularına yolda Invictus'u seyrettirdi Barcelona-Milano yolunda. Filmle motive etme yolu moda olduğundan beri gerçekten doğru seçilmiş filmleri gördük. Fakat, Pep'in atladığı bir nokta var. Eğer, Mourinho'nun çöplüğüne geliyorsanız gerçek Invictus'un kim olduğunu anlamış olmanız lazım. Hocası olduğu takımların ligde kendi evinde ki yenilmezlik serileri olduğu gibi uluslararası arenada da gerçekten göz korkutucu bir istatistiği var Mourinho'nun ve bu gecede tekrar ederek istatistik devam etmiş oldu.


Maça Inter biraz da Barça bize karşı bir taktik değişikliğine gitmiş mi, yoksa hazırlandığımız gibi mi oynuyorlar diyerek başladı. İlk 5 dakikadan sonra Barça'da bir değişiklik olmadığını gören Nerazzuri, çok güvendiği sağ kanadıyla denemeye başladı. Milito'nun kaçan bir pozisyonu ve yanlış kaldırılmış bir ofsaytından sonra, hücum gücü yüksek herkese büyük önlemler almış Inter'i beklemediği adam Maxwell çıkıp soldan vurdu. Ortaya çıkardığı topu gol sezgisi muhteşem Pedro'nun bitirmesi, akıllara Barça'nın "her koşulda, her şekilde" yenebileceğini düşündürtmedi değil. Ancak, yolunda olmayan konular golden sonra da değişmedi. Messi hiç bir şekilde efektif olamadı. Xavi bir çok defa bekledi, bekledi, arkadaşları deplase olmasına rağmen bir türlü istenilen yerde olamadılar. Maç boyu çıldırışlarını defalarca gördük. Bugün Barça'da Messi olmasa da olurdu aslında, bunu gördük. Ama, Iniesta'nın yokluğu bugün aşırı derecede belli oldu. Motta ve Cambiasso'yla sürekli rakibe basan ve alan bırakmayan Inter, Pandev'le dripling üzerinden, Sneijder'le pas üzerinden çıkmayı planladığını gösterdi. Eto'o'nun etkisizliğine rağmen, Milito'nun sürekli topu kovalaması, rakip alanda koşularıyla Pique ve Puyol'u zorlamasının meyvesini, Maicon'un kanadından, Milito'nun pasıyla buldular. O dakikaya kadar 2 net pozisyonda İtalyanları çıldırtan Milito, Sneijder'i iyi gördü. Bu arada, pozisyonun ofsaytla uzaktan yakından alakası olmamasına rağmen Valdes'in ofsayt diye havaya kalkan eli kaleci refleksi herhalde. İlk 45 dakika sürekli deneyen Inter, Barcelona'nın topu ayağında tutmasına izin vermesine rağmen, hiç bir zaman dikine ve olumlu kullanmasına geçit vermedi. Messi'nin alanına doğru girince top, Motta, Sneijder, Pandev ve Zanetti'yle o alanda çoktan seçmeli kademe kuran Inter, Ibrahimovic'in ise Lucio ve Samuel'in arasında ezilmesini, topu o alana yine efektif sokamaması sayesinde ezdi.
İkinci yarıya, yine Maicon'un kanadından bu sefer Milito'nun pası ve Maicon'un golüyle ulaştılar. Henüz 49. dakikada gelen gol Mourinho'yu şimdi avantajlı skora dönmeliyim düşüncesine itti. Zira, Camp Nou'ya 2-1'lik bir galibiyetle çıkmak hiç bir şey anlamına gelir. Orta alanda ki iki çapası Cambiasso ve Motta'yla basıp, Maicon, Zanetti ve Pandev'le kanatları deneyen Inter'in bu alanda inisiyatif alan gücü Sneijder'di. 60. dakikada Eto'o'nun ceza alanı içinde o kadar rahat ortalamasına izin veren Barça, Sneijder'in asisti ve Milito'nun golüyle Catenaccio alarmını çaldırdı.

Son yarım saat, adeta Camp Nou'da ki maçın provası gibiydi. Ibrahimovic'in ezilmesine 60 dakika dayanabilen Guardiola, 3 golü birden yediği sol kanadına ancak o dakikada çözüm bulabildi. Maç boyu Guardiola'yı temkinli bir şekilde izlerken, Mourinho'yu kenarda sürekli arı gibi çalışırken gördük. Sürekli not alıyor, oyuncularına bir şeyler anlatıyor, oyuncularına dakika dakika taktik veriyordu. O dakikaya kadar varlık gösteremese de Ibra'dan başka o defans hattı içerisinde varlık gösterecek forveti olmadığından Pique'yi o kaosun içerisine attı. Messi'nin bu dakikada gelen uzaktan şutu ve frikiği hariç pekte etkili olamadı Katalanlar. Abidal'in girişiyle kanat etkinliğini artıran Barça, Pique'nin kaleciyi geçip Lucio'nun çizgiden çıkardığı topla son pozisyonunu yakaladı. Bu dakikalarda kanattan gelen Daniel Alves'in kendini yere bırakmasını çok iyi çözen Portekizli hakem Olegário Benquerença'yı maç boyu gösterdiği istikrarlı ve muhteşem düdükleri için kutlamak lazım. Sonrasında mızmız çocuk havalarında yerden kalkmayan ve ağlamaklı bakan Dani Alves'in ise bu 3. sınıf aktörlüğünü bir kenara bırakması lazım. Maç boyu Sabri Sarıoğlu'nun herhangi bir maçından daha iyi oynamamasının siniriydi bu kendi dilince belki de. Bu arada Inter, az pas çok atak taktiğini denemeye çalıştı. Orta saha çizgisinin gerisinde çoğu zaman Puyol ve Valdes olmasına rağmen, sadece Sneijder'le bir kez etkili olabildiler. O pozisyonda da topu durduramayan Sneijder, olası bir 4. golü yedi. 70. dakika civarı Messi'nin Maicon'un yüzünü dağıtmasını ise oyuniçi bir yanlışlık mı, yoksa kasıtlı mı olduğu konusunda çok kararsızım. Pozisyonda ki ifadesi yanlışlık, Maicon'un yüzü kasıt olduğunu düşündürtüyor. Neyse, Barça maç boyu istediklerini bir türlü yerine getiremezken, sözün bir kısmını da Giuseppe Meazza tribünlerine getirmek lazım. Maça inanılmaz etki ettiler. Sürekli içindeydiler ve Ibrahimovic'in maç boyu ifadesine bakarsak moral bozucuydular üstelik.
Şimdi Guardiola çok iyi düşünmeli. Çünkü, karşılarında grup maçlarında olduğu gibi kazanmak için değil kaybetmemek için çıkacak İtalyanlar olacak. Maç boyu etkin değil, edilgen olmayı sürdürdü. Mourinho her hamlesiyle Guardiola'yı ezmeyi başardı. Eğer, Madrid yolundan dönmek istemiyorsa Inter'e karşı Camp Nou'da ekstra bir şeyler ortaya koymak zorunda. Kalitenin zirve yaptığı bu 90 dakikada oyuncular değil, onları yönetenler çok daha fazla etkili oluyorlar. Messi'nin bugün etkisiz, hamlesiz ve çaresiz oyunu bunu bize çok iyi gösteriyor. Şimdi Barça'nın önünde kazanmaya 45 yıllık susuzlukları, inanmışlıklar, adanmışlıkları, zekaları ve kaliteleriyle İtalyanlar var. Bu Barça için bile çok zor bir mücadele olacak.

20 Nis 2010

Dünya Kupası Statları : Ellis Park, Johannesburg

Dünya Kupası'na doğru giderken bir yandan bu organizasyonun ev sahipliğini yapacak stadları da tanıyalım. İlk durağımız elbette ki finalin sahibi.
Stadın bilinen diğer ismi Coca Cola Park. İlk inşası 1889 yılında Rugby sahası olarak düşünülen Ellis Park'ın modernleştirme ücreti 450 milyon dolar. 60.000 kapasitesi olan stadyum bundan önce yine 1995 Rugby Dünya Kupası'na ev sahiplği yaptı.
Futbol takımı Orlando Pirates'in yanı sıra, 2006'dan beri Cats olan rugby takımı Golden Lions'un da evi. Stadyum'un tarihinde bir de kötü anı var. 11 Nisan 2001 tarihinde Orlando Pirates ve Kaizer Chiefs arasında oynanan futbol maçında yaşanan olaylar sebebiyle 42 insanın ölümüne tanıklık yapan stadyumun gelelim yapımında ki istatistiklere.
-30.000 tondan fazla beton kullanıldı.
-Oturulan alanlar hariç 4.500 tonu modernleştirme kapsamında kullanıldı.
-500.000 paket çimento harcandı.
-Yapımında çalışan insanların toplam çalışma süresi 3.2 milyon.
-3.1 milyon tuğla kullanıldı.
-50 tane 200 wattlık kolon, 30 tane 30 wattlık kolon ve stadyumun çeşitli yerlerinde bu kolonlardan 245 tane mevcut.
Gelelim bu stadyumun ev sahipliği yapacağı maçlara;

Afrika'ya Doğru : Grup A

Dünya Kupası'na bugün itibariyle sadece 51 gün kaldı. 4 senede bir denk gelen bu kupa bizim için Halley kuyrukluyıldızı gibi. Biz de zaman kaybetmeden kupa hakkında neler düşünüyoruz, beklentilerimiz neler yazmak gereğini hissettik. Bunun için A Grubu'ndan başlıyoruz hemen.

Grubun son torbadan girse de en büyük favorisi yıldızlar topluluğu kadrosuyla Fransa. Elemelere önce Avusturya'ya 3-1 mağlup olarak giren Horozlar, sonrasında Romanya ve Sırbistan beraberlikleriyle zora girdi fakat grupta Sırbistan'ın hemen arkasında yer alarak elemelerde İrlanda'yı tartışmalara yol açan bir golle elediler. Tıpkı grupta ki rakipleri Uruguay'ın ofsayt golüyle Kosta Rika'yı elemesi gibi. Raymond Domenech'in olabildiğince kötü yönetimine rağmen bireysel performanslarla kendilerine bu büyük organizasyonda bulan Fransızlar, şimdi kupanın plase favorileri arasındalar. Almanya'da oynanan son Dünya Kupası'nda finalde penaltılarla İtalyanlara kaybeden Fransızların bu kadrolarına rağmen plase olmaları kuşkusuz Fransızların içini acıtıyor. Ancak, onlar yine de ümitlerini kaybetmiş değil. Öncelikle, bu gruptan olabildiğince rahat çıkacaklardır. Güney Kore'de aldıkları büyük ders, burada rehavet içinde olmayacaklarını garanti ediyor. Grupta, onları zorlayacak iki takımında bireysel olarak çok aşağıda kalmaları Fransız halkını Afrika'da başlangıç için mutlu ediyor. Ribery'nin yüksek performansı, Gourcuff'un Zidane'dan sonra ayağına bakabilecekleri bir yetenek olduğunu ispat etmeye başlaması, Anelka'nın Chelsea'de ortalığı birbirine katması onların en önemli kozları olacak. Büyük yıldızları ve kaptanları Henry ise Barça'da ki düşük formuyla rahatsız etse de Horozların onun yerini doldurabilecekleri çok büyük yetenekleri hala var. Özellikle son vuruşlarda etkili olan Gignac ve her ne kadar Madrid'de ki formuyla kendinden şüphe edenlere ispatlayacağı bir şeyleri olan Karim Benzema Fransızların ileri uçta kendilerini emanet edebilecekleri kadar üst düzey isimler. Ayrıca orta saha organizasyonlarında Gourcuff gibi bir isme destek olarak Lassana Diarra, Samir Nasri, Jeremy Toulalan gibi isimler mevcut. Savunmasının iki kanadında dünyaca ünlü isimler Evra, Clichy, Abidal, Bacy Sagna Fransızların bol alternatifleri. Stoperde ise William Gallas, Philippe Mexes, Tottenham'da kendini ispatlayan Bassong, Squillaci gibi isimleri bulunduran Fransızların kalesinde ise birbirinden yetenekli iki genç kalecisi Hugo Lloris ve Steve Mandanda var. Bunlardan Hugo Lloris, O.Lyonnais'de ki formuyla göz dolduruyor ve daha önde. Bernabeu'da ki Real Madrid maçında baskı altında ve büyük yıldızlara karşı nasıl oynayabileceğini sanırım dünyada ki herkese gösterdi. Herşeyin sonunda Fransızların tek soru işareti Raymond Domenech. Fransızlar 1998 ve 2000 jenerasyonundan göreceli olarak daha iyi bir kadroya sahip. Dolduramaycakları tek isim Zinedine Zidane. Gerisinde daha iyiler. Yine de kendisini bir kupayla ispat etmek isteyecekler ve bu gruptan en az 7 puanla çıkacaklardır.
Grubun eşit güçte ki iki takımında biri olan Meksika, elemelere Sven-Göran Eriksson yönetiminde potansiyellerinin çok altında bir formla başladılar. Sonra göreve gelen tecrübeli Javier Aguirre, birbirine denk oyunculardan oluşan ve yaşlanmaya başlayan Meksika'nın en önemli kozu. Kadrosunda Rafa Marquez, yaşı 36'ya gelen Cuahtemoc Blanco, Guillerme Ochoa, Efrain Juarez, Andres Guardado ve G.Saray'dan tanıdığımız Gio Dos Santos'a güvenmek zorundalar. Onları uyum içinde oynatabilmek Aguirre ya da Meksikalıların ona seslendiği şekliyle El Vasco'nun en büyük hedefi. Onların formunun en yüksekte olmasını dileyen El Vasco, El Tricolor'u Japonya/G.Kore'de gruplardan çıkarmayı başarmıştı. 14 kezle kupanın en çok gördüğümüz takımlarından biri olan Meksika için orada olmak bile yeterli. Son maçta Uruguay'la oynayacakları maç kader niteliğinde. Diğer kritik nokta ise Fransa'dan alacakları puanın Uruguay'dan fazla olması.
Grubun Meksika'ya denk diğer takımı ise Uruguay. Çok az takımın onlar gibi bir kupa tarihi var. Arjantin'i 1930 Dünya Kupası Finali'nde 4-2 yenen Uruguay bu kupaya çok çok uzun süre önce sahip olsa da, 11 kez katılarak kupa geleneği olan bir ülke. La Celeste son 5 kupanın 2'sine katılarak ülkesini üzmüştü fakat gözleri artık Afrika'da. Takımlarının gruptan çıkması onlar için en büyük başarı olacak. Teknik direktör Oscar Washington Tabarez, ya da bilinen ismiyle El Maestro ülkesiyle İtalya'da düzenlenen 1990 Dünya Kupası'nda da takımın başındaydı. En güvendiği isimler ülkenin gururu ve Uruguay'ın ülke içinde ki sembol ismi olan kaptan Diego Lugano. Fenerbahçe'den de tanıdığımız defansın bu güvenilir ismi takımını Kosta Rika'ya karşı attığı golle kupaya taşıdı. İleride ise hangi ülkede olursa olsun bu kupada yer alacak iki isim var; Diego Forlan ve Luis Suarez. İkisi de şu an liglerinde istim üstünde. Luis Suarez dünyaca ünlü Leo Messi ve Wayne Rooney'le altın ayakkabı mücadelesi içerisinde. 1902 sonlarında 5 takımla futbola başlayan ve meşin yuvarlakla tanışıklığı çok eski olan bu ülke için kader daha önce geçtiği üzere son maçta Meksika maçı. Orada galip gelebilirlerse gruptan çıkarlar.
Grubun en eğlencesiz takımı vuvuzuela sebebiyle kesinlikle Güney Afrika olacak. Büyük ihtimalle Mandela'nın ülkesiyle oynayacak ülkenin vatandaşları televizyonlarının seslerini kısacak, stadda olanlar ise Formula 1 seyircileri gibi özel kulaklıklar takacaklar. Kadrosunda Pienaar gibi bşr oyuncu bulunduran Güney Afrika'nın en büyük kozu kupaya 5 farklı takımla katılan Carlos Alberto Parreira. O da "3 maç oynayacağız, çıkmamız mucize olur. Eğlenmek için buradayız." dedi. Parreira'nın realitesine hayran kalmamak elde değil. Zira ev sahibi bir ülkenin hocasından genellikle siz durun, kupada görürsünüz demesine alışığız. Ama gerçekten yapabilecekleri hiç bir şey yok. Eğer Fransa hem Uruguay'ı hem Meksika'yı yenerse son maçta onları puanla tanıştırır. Zira, Uruguay ve Meksika için Güney Afrika'dan alınamayacak 3 puan herşeyin sonu olur.
Son olarak bir tahminde bulunursak grubun sıralaması hakkında; Fransa 7-9 puan, Uruguay 4-6 puan, Meksika 3-6 puan, Güney Afrika 0-1 puan.
Grubun fikstürü ise;

Bunlar Da İlginizi Çekebilir